ARTICLE
23 January 2024

CISG Kapsamında Ayıba Karşı Tekeffül Borcu Ve Türk Hukuku Ile İlişkisi

P
Paksoy

Contributor

Paksoy logo
Paksoy is an independent full-service law firm in Istanbul renowned for its expertise in international legal matters, providing legal services in cross-border transactions and dispute resolution work. With over 60 lawyers, 10 partners we are able to provide a wide range of services to our clients from around the world across the sectors and industries, from healthcare, energy and natural resources to infrastructure, construction, real estate, financial services, technology, media, telecoms. Paksoy provides legal services and specialist input (e.g., antitrust, tax, compliance, employment) to domestic and global clients, financial institutions, private and public companies, foreign investors and private equity funds.
Tahkim heyetleri ve devlet mahkemeleri tarafından yeknesak bir şekilde uygulanan bir milletlerarası satım hukuku geliştirme amacıyla imzalanmış olan Milletlerarası...
Turkey Corporate/Commercial Law
To print this article, all you need is to be registered or login on Mondaq.com.

Tahkim heyetleri ve devlet mahkemeleri tarafından yeknesak bir şekilde uygulanan bir milletlerarası satım hukuku geliştirme amacıyla imzalanmış olan Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması ("CISG"), ayıp konusunu karar mercilerinin kendi iç hukuklarından kaynaklanan önyargılarla bağlı kalmaksızın hüküm vermesine olanak tanıyan ve antlaşmanın milletlerarası niteliğini ön plana çıkaran kendine has düzenlemeleriyle ele almaktadır. Bu düzenlemeler belli yönleriyle 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun ("TBK") ayıba karşı tekeffüle ilişkin hükümleriyle paralellik teşkil etmekle birlikte belli açılardan Türk hukuku uygulamasından ayrılmaktadır.

CISG, 35. maddesi uyarınca malların kalitesi, miktarı, türü ve paketlemesine ilişkin ayıp hallerini kapsamına alan geniş bir sözleşmeye aykırılık düzenlemesi içermektedir. Sözleşmede kararlaştırılandan farklı bir mal teslim edilmesini hiç ifa etmeme olarak nitelendiren birtakım iç hukuk sistemlerinin aksine CISG, aliud ifa ile ayıplı mal teslimi arasında bir ayrım yapmadan her iki durumu da sözleşmeye aykırı mal teslimi kapsamında değerlendirmektedir. Türk hukukunda ise aliud ifa hiç ifa etmeme niteliğinde kabul edilerek alıcının hakları genel borca aykırılık hükümleri kapsamında değerlendirilmektedir.

Taraf iradesinin CISG'nin temelinde yatan genel ilkelerden biri olmasının sonucu olarak, 35. madde satılan malın sözleşmeye uygunluğuna ilişkin kriterlerin tespit edilmesinde öncelikle tarafların sözleşmede belirlemiş olduğu sübjektif kriterlere dayanılmasını gerektirmektedir. Sözleşmede tarafların herhangi bir kriter belirlemediği veya bu kriterlerin kapsamının yetersiz olduğu durumlarda aynı türden malların mutat olarak tahsis edildiği kullanım amacı ve sözleşme uyarınca malların özgülendiği kullanım amacı dikkate alınarak objektif kriterlere de başvurulmaktadır.

CISG ayrıca, sözleşmede açıkça veya zımni olarak kabul edilmeleri ya da somut olayın şartlarına uygun olması halinde ISO (Uluslararası Standartlar Kurumu) standartları gibi birtakım kalite standartlarının da malların sözleşmeye uygunluğunun değerlendirilmesinde dikkate alınmasına olanak tanımaktadır.

CISG'nin 35. maddesi uyarınca ileri sürülecek bir ayıba ilişkin ispat yükünün kimde olduğuna dair açık bir düzenleme yer almamaktadır. Ancak, CISG'nin temel aldığı genel prensiplere uygun yorum yapıldığında alıcının ayıbı ispatlaması, satıcının ise CISG kapsamında savunma olarak dayanabileceği, alıcının sözleşmenin akdedilmesi sırasında ayıbı biliyor olması ya da ayıp bildiriminin süresinde yapılmaması gibi durumları ispatlaması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Bir davada kendi lehine hak çıkartan tarafın hakkın dayandığı olguyu ispat etmesi gerektiğine yönelik genel kural uyarınca Türk hukukunda da ayıba ilişkin ispat yükü bakımından aynı prensiplerin uygulandığı görülmektedir.

CISG uyarınca alıcının ayıp sebebiyle sahip olduğu haklar 25. madde kapsamında esaslı ihlale bağlanan sonuçlara paralel olarak düzenlenmektedir. Bu minvalde, CISG uyarınca alıcının ayıptan doğan hakları ayrı bir hükümde düzenlenmemekte, alıcının sözleşmeye aykırılıktan doğan hakları çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu kapsamda alıcının ayıp nedeniyle sözleşmeden dönme ya da malların ayıpsız misliyle değiştirilmesini talep etme hakkı yalnızca ayıbın sözleşmenin esaslı şekilde ihlal edilmesi sonucunu doğurduğu durumda kullanılabilmektedir. Dolayısıyla, CISG kapsamında alıcının ayıp nedeniyle sahip olduğu haklar başlı başına ayıbın türüne bağlı olarak değil, somut olayın şartları çerçevesinde ayıbın alıcıyı sözleşmesel beklentisinden ne derecede yoksun bıraktığına bağlı olarak belirlenmektedir.

TBK'nın 227. maddesinde ise alıcının ayıptan doğan hakları ayrı bir hükümle düzenlenmiş, alıcının ayıp nedeniyle sözleşmeden dönme, malın ayıpsız bir misliyle değiştirilmesini talep etme, malın ücretsiz onarılmasını talep etme, bedelden indirim ve genel hükümlere göre tazminat isteme haklarının bulunduğu kabul edilmiştir. Her ne kadar CISG ve TBK uyarınca alıcıya ayıp nedeniyle tanınan haklar içerik itibarıyla örtüşse de, Türk hukukunda bu hakların kullanılabilmesi için ayıbın "önemsiz ayıp" niteliğinde olmaması gerektiği kabul edilmektedir. CISG uygulamasında ise kural olarak önem derecesine bakılmaksızın tüm ayıpların alıcıya yukarıda sayılan seçimlik hakları sağlayabileceği, yalnızca sözleşmeden dönme ve malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi bakımından esaslı ihlal koşulunun aranması gerektiği ifade edilmektedir

Alıcının ayıptan doğan haklarını kullanabilmesi için CISG'nin 39. maddesi uyarınca satıcıya ayıbı saptadığı veya saptaması gerektiği tarihten itibaren makul bir süre içinde ayıbın niteliğine ilişkin yeterince ayrıntıyı içeren bir ayıp bildirimi göndermesi gerekmektedir. Söz konusu makul süre, malların niteliği, örneğin dayanıklılığı, ticari örf ve adetler ile taraflar arasındaki önceki uygulamalar da dikkate alınarak somut olayın şartlarına göre belirlenmelidir.

Ancak, dayanıklı mallara ilişkin ayıp bildiriminin gönderilmesi gereken "makul süre" iç hukukların etkisiyle devlet mahkemeleri tarafından çok farklı tayin edildiğinden, CISG'nin yeknesak bir şekilde uygulanmasını temin etmek amacıyla, somut olayın şartlarına uygun düştüğü ölçüde bir aylık bir sürenin makul olarak kabul edilebileceği belirtilmektedir

Türk hukukunda da TBK m. 223 hükmü uyarınca alıcının satılanda satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp tespit ettiği takdirde bunu "uygun bir süre" içinde satıcıya bildirmesi gerektiği düzenlendiğinden, CISG ve TBK arasında ayıp bildiriminin süresi bakımından bir benzerlik bulunduğu görülmektedir. Ancak, sözleşmeye konu satımın ticari bir satım olduğu takdirde 2 ve 8 günlük ayıp bildirim süreleri uygulanmasını öngören 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun ("TTK") 23. maddesine paralel bir düzenleme CISG'de bulunmamaktadır. Bu durumda, CISG'nin uygulandığı ticari satımlarda somut olaya uygun düştüğü takdirde TTK hükümlerine kıyasla daha uzun ayıp bildirim sürelerinin uygulanması söz konusu olabilecektir.

Ayrıca tarafların ayıp bildiriminin "makul bir süre" içinde yapılmasını öngören CISG'nin 39. madde hükmünden ayrılarak bildirimin gönderilmesi gereken süreyi ve gönderilecek bildirimin içerik ve şeklini sözleşmede belirlemesi mümkündür. Tarafların bu yönde yapacakları düzenlemeler alıcının olağan bir muayene sonucu ortaya çıkaramayacağı gizli ayıplar bakımından da uygulama alanı bulabilmektedir.

Görüldüğü üzere, CISG'nin ayıba karşı tekeffüle ilişkin hükümleri, bir yandan alıcının ayıptan doğan haklarını kullanma şartlarını esaslı ihlal kavramı çerçevesinde düzenleyip bir yandan da ayıp bildirim süreleri bakımından ticari satımlarda farklı bir bildirim süresi öngörmemiş olması nedeniyle TBK ve TTK uygulamasına nazaran önemli farklılıklara yol açabilmektedir. CISG'nin Türkiye'nin taraf olduğu bir uluslararası antlaşma olması sebebiyle Türk hukukunun bir parçası olduğu ve milletlerarası satım sözleşmelerinden doğup milletlerarası özel hukuk kuralları gereği Türk hukukunun uygulanacağı uyuşmazlıklarda hakimin ya da hakemin CISG'yi kendiliğinden uygulaması gerektiği önemle vurgulanmalıdır. Bu bakımdan, Türk hukukunun uygulanmasının öngörüldüğü milletlerarası satım sözleşmeleri müzakere edilirken yalnızca TBK ve TTK hükümleri değil, CISG hükümleri de göz önünde bulundurulmalı ve CISG hükümlerinin uygulanmaması tercih edildiği takdirde CISG'nin uygulanmayacağının sözleşmede açıkça kararlaştırılması gerekmektedir.

The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.

We operate a free-to-view policy, asking only that you register in order to read all of our content. Please login or register to view the rest of this article.

See More Popular Content From

Mondaq uses cookies on this website. By using our website you agree to our use of cookies as set out in our Privacy Policy.

Learn More