ARTICLE
9 August 2022

Üçüncü Şahsın İstihkak İddiası

E
Egemenoglu Law Firm

Contributor

Egemenoglu is one of the largest full-service law firms in Turkey, advising market-leading clients since 1968. Egemenoğlu who is proud to hold many national and international clients from different sectors, is appreciated by both his clients and the Turkish legal market with his fast, practical, rigorous and solution-oriented work in a wide range of fields of expertise. Egemenoğlu has been considered worthy of various rankings by the world’s most leading and esteemed rating institutions and legal guides. We have been ranked as Recognized in “Project and Finance” and “Mergers and Acquisitions” areas by IFLR 1000. We also take place among the top- tier law firms of Turkey at the rankings of Legal 500, at which world’s best law firms are regarded, in “Employment Law” and “Real Estate / Construction” areas. Also our firm is regarded as significant by Chambers& Partners in “Employment Law” area as well.
Haczedilen malın üçüncü kişinin elinde bulunması hali, İİK'nun 97. maddesi kapsamında düzenlenmiştir. İİK'nun 97. maddesinin somut uyuşmazlıklar bakımından uygulama alanı bulabilmesi...
Turkey Litigation, Mediation & Arbitration
To print this article, all you need is to be registered or login on Mondaq.com.

Üçüncü Şahsın İstihkak İddiası

Haczedilen malın üçüncü kişinin elinde bulunması hali, İİK'nun 97. maddesi kapsamında düzenlenmiştir. İİK'nun 97. maddesinin somut uyuşmazlıklar bakımından uygulama alanı bulabilmesi bakımından hukuken haczedilmiş sayılan bir mal üzerinde istihkak iddiası olmalıdır. İstihkak iddiasına konu hak bir mülkiyet hakkı olabileceği gibi rehin hakkı da olabilecektir. Bu konuya ilişkin olarak mevcut Yargıtay içtihatları incelendiğinde; maddede geçen mülkiyet ve rehin ifadelerinin sınırlayıcı olmadığı ve bununla beraber ayrıca sınırlı ayni haklara, tapuya şerh verilmiş kişisel haklara, hapis hakkına, mülkiyeti muhafaza sözleşmesine, intifa hakkına, finansal kiralama sözleşmesinden doğan haklara dayanılarak da istihkak iddiasında bulunulabileceği kabul edilmektedir.1 Haczedilen bir malın varlığını takiben üçüncü şahsın istihkak iddiası ilgili icra dairesine bildirilmelidir.

Önemle eklenmelidir ki, borçlu da üçüncü kişinin istihkak iddiasını ileri sürebilir.2 Borçlu, işbu üçüncü kişinin istihkak iddiasını malın haczini öğrendiği günden itibaren 7 gün içerisinde ileri sürebilir. Borçluya hacizden önce herhangi bir tebligat yapılması zorunluluğu söz konusu olmadığından ötürü borçlunun haczi öğrendiği gün işbu sürenin başlama tarihi olarak esas alınacaktır. (İİK md. 96)

Öte yandan, üçüncü kişi de borçlunun elinde bulunan haczedilen mal üzerinde istihkak iddiasını 7 gün içerisinde icra dairesine bildirilmelidir.  Üçüncü kişi, alacaklının süresinde itirazı üzerine dosyanın gönderildiği icra mahkemesince verilecek 7 günlük süre içinde İİK'nun 97. maddesi 6. fıkrası uyarınca istihkak davası açabilir. Bu süre hak düşürücü bir süredir.3 Üçüncü kişi istihkak davasını, 7 günlük süre verilmesinden önce de açabilir. Belirtilmelidir ki, haczin yapıldığı yerde borçlu ile beraber oturan eşinin, annesinin, babasının, kardeşinin, gelinin veyahut iş ortağının huzurunda haciz yapılması halinde “hayatın olağan akışına” göre borçlu haczi haczin yapıldığı gün öğrenmiş kabul edilir. Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'nin 01.03.2004 tarihli kararına göre, istihkak iddiasında bulunan üçüncü kişinin haczi bildirdiği süreden daha önce öğrendiği kanıtlamadığından açmış olduğu istihkak davasının süresinde açıldığı kabul edilmiştir.4 Ayrıca ve önemle belirtilmelidir ki, icra daireleri ve icra mahkemelerinde adli tatil uygulanmadığından yedi günlük süre adli tatile rastlarsa adli tatil nedeniyle süre uzamayacaktır.5

Hacizli mal henüz paraya çevrilmemiş ise istihkak davası üçüncü kişi tarafından hacizli mal hakkında açılacaktır. Önemle eklenmelidir ki, üçüncü kişi haczi öğrendiği sırada hacizli mal paraya çevrilmiş olabilir. Bu durumda, satış bedeli henüz alacaklıya ödenmemiş ise istihkak davası satış bedeli hakkında açılacaktır ve bu durum uygulamada “İstihkak Davasının Bedele Dönüşmesi” olarak adlandırılmaktadır.

Nitekim bu durumun irdelendiği Yargıtay 17. Hukuk Dairesi'nin bir kararı uyarınca, "Takip hukukuna dayalı istihkak davalarında dava değerini, takip konusu alacak miktarı ile temyiz konusu olan hacizli mal değerinden hangisi az ise o değer oluşturmaktadır. Hacizli mal ihalede satılmış ve ihale kesinleşmiş ise dava bedele dönüşeceğinden bu kez karşılaştırmanın takip konusu alacak ile ihale bedeli üzerinden yapılması gerekecektir."6

Bir başka durum ise hacizli mal bedelinin alacaklıya verilmesidir ki bu halde üçüncü kişi borçluya veya borçlulara karşı ilgili TBK hükümleri kapsamında sebepsiz zenginleşme davası açılmalıdır.7 Uygulamada yer alan bazı görüşler uyarınca, alacaklıya ödenen paranın iadesi için alacaklıya husumet yöneltilerek İİK'nun 72. maddesi kapsamında istirdat davası açılması gerektiği savunulsa da kanaatimce bu durum usuli problemlere yol açabilecektir. Keza İİK'nun 72. Maddesinin 7. fıkrası incelenip lafzi yorumlanması gerekirse öncelikle ilgili madde incelenmelidir. İlgili maddeye göre istirdat davası; “Takibe itiraz etmemiş veya itirazının kaldırılmış olması yüzünden borçlu olmadığı bir parayı tamamen ödemek mecburiyetinde kalan şahıs, ödediği tarihten itibaren bir sene içinde, umumi hükümler dairesinde mahkemeye başvurarak paranın geriye alınmasını isteyebilir.” ifadeleri ile hüküm altına alınmıştır. İİK'nun 72. maddesinin 7. fıkrasının başında yer alan “Takibe İtiraz Etmemiş veya İtirazın Kaldırılmış Olması Yüzünden…” ifadesi yalnızca takip borçluları açısından yorumlanabilecektedir. Çünkü takibe itiraz etmek ve itiraz sonucu itirazın iptali veya itirazın kaldırılması davaları ile kendisine husumet yöneltilecek taraf takip borçlusudur. Bu nedenle takibe üçüncü kişi konumunda bulunan kimsenin, alacaklıya husumet yöneltip istirdat davası açması durumunda, alacaklının davada pasif husumeti olmayacağından ötürü açılan işbu istirdat davası HMK'nun 114/1-d maddesi gereğince dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddedilecektir.

Üçüncü kişi tarafından alacaklıya ödenen paranın bedele dönüşmesi hususunda, uygulamadaki yerleşik usulden kısaca bahsetmek gerekirse, çoğunlukla cebri icra tehdidi altında, takibe üçüncü kişi konumda bulunan kişilerce cebri icrayı bertaraf etmek amacıyla zorunluluk halinde ödenen paralar için uygulanmaktadır. Burada Yargıtay'ın görüşü, üçüncü kişinin mallarının satılmasını ve ticari faaliyetlerinin sekteye uğramasını önlemek ile ticari itibarının korunması amacıyla, aslında takip borçlusu ile aralarında organik bağ olmamasına rağmen ödemek zorunda kaldığı paranın, tıpkı mahcuzun satıldıktan sonra alacaklıya ödenen para gibi değerlendirilmesi gerektiğidir. Bu nedenle mahcuzlar satılmasa da, mahcuzların satılmasını önlemek amacıyla ödenen para yönünden açılan istihkak davası, “bedele” dönüşmektedir. Burada ise husumetin alacaklıya yönlendirilmesi kanaatimce daha doğru olacaktır.

İstihkak iddiası neticesinde açılacak davalara çeşitli ihtimaller kapsamında kısaca değindikten sonra istihkak sürecine dönmek gerekirse, üçüncü kişinin ilgili icra dairesine istihkak iddiasını bildirmesini takiben işbu ilgili icra dairesi üçüncü kişinin iddiasını alacaklı ve borçluya bildirir. Alacaklı ve borçlu işbu bildirimi takip eden üç gün içerisinde herhangi bir itiraz da bulunmaz ise istihkak iddiasını kabul etmiş sayılırlar. Bu noktada önemle belirtilmelidir ki, uygulamada haciz sırasında alacaklı genellikle, takibe üçüncü kişi konumunda bulunanın veya borçlunun istihkak iddiasını kabul etmemekte ve bunu haciz tutanağında derç etmektedir. Bu durumda ayrıca icra dairesine istihkak iddiasına ilişkin herhangi bir itiraz beyanı sunmaya lüzum bulunmamaktadır.

İkinci bir ihtimal ise ilgili icra dairesince yapılan bildirime binaen alacaklı veya borçlunun itiraz etmesi ihtimalidir. Bu ihtimalde öncelikle icra müdürü, istihkak iddiası karşısında değerlendirme yapacak, istihkak iddiasını gerçekçi bulması halinde İİK'nun 99. maddesi kapsamında alacaklıya istihkak davası açması için yedi günlük süre verecektir. Diğer ihtimalde ise icra müdürü istihkak iddiasını yeterli görmez ise İİK'nun 97. maddesi kapsamında karar verilmek üzere icra dosyasını İcra Tekik Mahkemesine (İcra Hukuk Mahkemesi) gönderecektir. Bu aşamada, İcra Tetkik Mahkemesi'nde karar verilene kadar üçüncü şahıs yönünden icra dairesince ilgili iddiaya ilişkin hiçbir işlem yapılamayacaktır. İcra mahkemesinin bu noktada yapacağı inceleme takibin devam edip etmeyeceği veyahut ertelenip ertelenmeyeceğine ilişkindir. Zira bu husus kanunda da, “İstihkak iddiasına karşı alacaklı veya borçlu tarafından itiraz edilirse, icra memuru dosyayı hemen icra mahkemesine verecek ve akabinde icra mahkemesi yapacağı inceleme neticesinde varacağı kanaate göre takibin devamına veya ertelenmesine karar verecektir.” şeklinde hüküm altına alınmıştır. İşbu karardan itibaren üçüncü kişinin, icra mahkemesinin bu kararının kendisine tebliğ veya tefhiminden itibaren istihkak davasını açmak için yedi gün süresi olacaktır.

Bu noktada, uygulamada çokça karıştırılan bir usule değinmek gerekmektedir. İcra Tetkik Mahkemesi, istihkak incelemesi neticesinde vermiş olduğu kararında İİK'nun 97. maddesinin 3. fıkrası gereği teminat karşılığında üçüncü şahıs yönünden takibin talikine karar verebilir ve yine de istihkak davası açması için üçüncü şahsa yedi günlük süre verebilir. Uygulamada yalnızca bu ihtimal varmışçasına hareket edilen diğer seçenek ise, İİK'nun 97. maddesinin 5. fıkrası gereği takibin devamı ve istihkak iddia eden üçüncü şahsa istihkak davası açmak üzere süre verilmesidir. Bu anlamda, İİK 97/3 ve İİK 97/5 maddeleri birbiri ile çok karıştırılmaktadır. Özetle; İİK 97/3 uygulamasında teminat karşılığında takibin taliki ve istihkak davası açmak üzere süre verilmesi, İİK 97/5 uygulamasında ise takibin devamı ve istihkak davası açmak üzere süre verilmesi söz konusudur.

İstihkak davalarında yetki, görev, dava ehliyeti ve taraf sıfatlarını incelemek gerekirse; hacizli mal borçlunun elinde bulunmakta ise istihkak davasını üçüncü kişi açacaktır. Dolayısıyla bu durumda, davacı üçüncü kişi olacak olup davalı ise alacaklı olacaktır. İşbu davalar bakımından görevli mahkeme icra mahkemesidir. Yetkili icra mahkemesi bakımından ise taşınır mallar ve taşınmaz malların aynı bakımından ikili bir ayırım yapmak gerekir. Taşınmaz bir malın aynına ilişkin istihkak iddiası söz konusu ise, işbu dava HMK'nun 12.maddesi gereği sadece taşınmazın bulunduğu yerde açılabilir ve bu yetki kesin bir yetkidir.8

Taşınır mallar istihkak iddiasına konu edilmiş ise, icra takibinin yapıldığı yerdeki – Esas icra takibinin yapıldığı yer icra dairesi - veya davalı veya davalıların yerleşim yerindeki icra mahkemesi yetkili olacaktır. Yetkili icra dairesinin belirlenmesi bakımından kanaatimizce, uygulamada belirsizlik yaratacak yanlış bir uygulama bulunmaktadır. Bu anlamda, istihkak davası açılırken davalı olarak yalnızca alacaklı değil, takip borçluları da gösterilmektedir. Alacaklının davalı olarak gösterilmesi yerindedir. Borcu nedeniyle, üçüncü kişinin istihkak iddia etmesine sebebiyet veren borçlunun da davalı olarak gösterilmesi yerindedir. Keza ortaya bir zarar çıkması durumunda davacı üçüncü şahsın rücu hakları saklıdır. Fakat yerleşik Yargıtay içtihatlarında “İcra takibinin başlatıldığı yer ve davalıların yerleşim yerlerinden birinin” de yetkili olması nedeniyle davacı üçüncü şahıs, takipte bulunan  - var ise – diğer borçluları da davalı olarak gösterip, kendisine en uygun yetkili yerde davayı ikame etmektedir. Bu durum kanunu dolanmak anlamına gelmekte olup kamu düzenine ilişkin olan yetki kurumunu kötüye kullanarak usulsüzlüklere yol açmaktadır. Bu nedenle borcu nedeniyle istihkak iddia edilmek zorunda kalınan borçlu ve alacaklı dışında, diğer borçluların istihkak davasına dahil edilmesi durumunda davanın tefrik edilerek, diğer borçlular yönünden davaların HMK 114/1-d gereğince usulden reddedilmesi gerekmektedir.

Önemle eklenmelidir ki, HMUK'nun 512. maddesi HMK'ya alınmamış olduğundan talimat yoluyla haczedilen menkullerle ilgili istihkak davalarının artık talimat icra dairesinin bağlı bulunduğu icra mahkemesinde görülmeyeceği yönünde görüşler mevcuttur. Bu durumda istihkak davasının hazırlık işlemleri asıl takibin yapıldığı yer icra dairesi tarafından gerçekleştirilir, dosya takibin yapıldığı yer icra mahkemesine verilir ve takibin yapıldığı yer icra mahkemesi takibin ertelenmesine veya devamına karar vererek bu kararını üçüncü kişiye tefhim veya tebliğ eder. Bundan sonra üçüncü kişi, “yetkili yer” icra dairesinde dava açabilir. Buradaki yetki kuralları kamu düzenine ilişkin olmadığından icra mahkemesi yetkisizliğini kendiliğinden gözetemez. Buradaki yetki itirazı ilk itirazlardan olup en geç ilk oturumda davanın esasına girilinceye kadar ileri sürülebilir.9 6183 sayılı yasaya göre yapılan icra takiplerine dayalı istihkak davaları aynı Yasanın 68. maddesi hükmü gereğince dava değerine göre sulh hukuk veya asliye hukuk mahkemesinde görülür.10

Borçlunun da haczedilen mal üzerinde istihkak iddiası söz konusu ise, diğer bir ifadeyle ilgili malın kendisine ait olduğunu iddia etmişse ve istihkak iddiasına itiraz ettiyse o halde borçlunun da bu durumda mecburi dava arkadaşı olarak gösterilmesi gerekecektir. Eklenmelidir ki, uygulamada daha sık görüldüğü haliyle üçüncü kişi icra dairesine işbu istihkak iddiasını hiç bildirmeden doğrudan doğruya haczi öğrendiği tarihten itibaren yedi günlük süre içerisinde icra mahkemesinde istihkak davası da açabilir.

Vurgulanmalıdır ki, istihkak davaları bakımından geçerli bir haczin bulunması dava ön şartıdır. Bu anlamda, hüküm kesinleşinceye kadar yargılamanın her aşamasında re'sen gözetilecektir. Nitekim Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, 21.03.2014 tarihli ve 2013/14021 E., 2014/4857 K. sayılı kararı kapsamında da bu husus vurgulanmış olup kararın ilgili kısmı aynen şu şekildedir, "Geçerli bir haczin varlığı ise; istihkak davasının ön şartlarından olup, haczin yargılama aşamasında ortadan kalkması davanın konusuz kalması sonucunu doğurur."11 Bu hususta yine uygulamada bilinmeyen veyahut dikkat edilmeyen bir konuya değinmekte fayda vardır. Bir haczin geçerli bir haciz olabilmesi için cebri icra tehdidi altında yapılmış olması ve borçlu veya üçüncü şahsı zorlaması gerekmektedir. Söz gelimi; yapılan haciz işleminde mahcuzlar yalnızca yazılıp yerinde bırakılmışsa, diğer bir ifadeyle muhafaza altına alınıp yediemin deposuna götürülmemiş veyahut haczedilip TCK ‘nun 289. maddesi uyarınca gereken ihtar yapılıp yediemin sıfatıyla kimseye teslim edilmemiş ise geçerli bir haciz işleminden söz edilemez. Dolayısı ile geçerli bir haczin olmayışından kaynaklı geçerli bir istihkak iddiasından söz edilemeyecektir.

Yine eklemek gerekirse, istihkak iddiasının geçerliliği, lehine istihkak iddia edilen gerçek kişi veya tüzel kişiliği temsil yetkisine haiz kimseler tarafından yapılmalıdır. Gerçek kişiler yönünden bu kimse kişinin kendisi, kişi kısıtlı ise vasisi, kişi küçük ise velisidir. Tüzel kişiler yönünden ise imza yetkilisi olan TTSG kayıtlarında temsil yetkisi verilen gerçek kişi veya organlardır. Yapılan hacizde huzurda bulunmayan kimseler lehine yapılan istihkak iddialarının geçerliliği, temsil yetkisi bulunan kimselerin haczi öğrenme tarihinden itibaren yedi gün içerisinde icra dairesine istihkak iddia etmelerine bağlıdır. Aksi takdirde usule uygun istihkak iddiasından bahsedilmeyecek ve yeniden cebri icra tehdidi ile karşı karşıya kalınacaktır.

Ayrıca istihkak davalarında yargılamanın yönteminden bahsetmek gerekirse; yargılama usulü basit yargılama usulü olup genel hükümler uyarınca işbu dava yetkili ve görevli icra mahkemelerinde görülecektir. Ayrıca istihkak davası konusu mal burada borçlunun elinde haczedildiğinden dolayı malın kendisine ait olduğunu ispat yükü davacı üçüncü kişiye düşmektedir. Ancak kanun koyucu bir takım ispat kuralları koyarak istihkak davalarının kötü niyetli borçlular tarafından alacaklılarına zarar vermek ve takibi uzatmak için kullanılmasını engellemek için kanunda birtakım özel ispat kuralları koymuştur.

İİK m.97/a-2 uyarınca, alacaklının borçlu ile üçüncü kişi arasındaki ilişkiye yabancı konumda olmasından hareketle istihkak davacısının malı ne suretle iktisap ettiğini, malın borçlunun elinde bulundurulmasını gerektiren hukuki ve fiili sebep ile olayları ispat etmekle yükümlü olması kuralı öngörülmüştür. Bu kuraldan başka alacaklı lehine olacak şekilde başka bazı karineler de kabul edilmiştir. Bu anlamda, bir taşınır malı elinde bulunduran kimse yani istihkak davaları bakımından borçlu, o malın maliki sayılacak ve sonuçta davacı üçüncü kişi bu karinenin aksini İİK 97/A/2 maddesi uyarınca ispatlayacaktır. Dolayısıyla üçüncü kişi, uyuşmazlığa konu taşınır veya taşınmaz malı ne suretle iktisap ettiğini ve malın neden borçlunu elinde bulunduğunu tüm fiili ve hukuki sebepleri ile ispat etmekle yükümlüdür.

Burada mevcut olan bir diğer karine ise İİK m.97/a-1 kapsamında düzenlenmiştir: “Birlikte oturulan yerlerdeki mallardan mahiyetleri itibariyle kadın, erkek ve çocuklara aidiyetleri açıkça anlaşılanlar veya örf ve adet, sanat, meslek veya meşgale icabı olanlar bunların farz olunur. Bu karinenin aksini ispat külfeti iddia eden kişiye düşer.” Dolayısıyla borçlu ile birlikte malı elinde bulunduran üçüncü kişi tarafından alacaklıya karşı açılan istihkak davasında bu üçüncü kişi malın kendisine ait olduğunu ispat etmekle yükümlüdür.

İcra mahkemelerinde verilen kararların her ne kadar kendi aralarında kesin hüküm teşkil ettikleri kabul edilse de kural olarak işbu kararlar maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmezler.12 Zira icra mahkemelerinde sınırlı bir inceleme yapılmaktadır. İcra mahkemesinde hakkında karar verilen bir uyuşmazlık daha sonra genel mahkemelerde de dava konusu yapılabilecektir. Örneğin itirazın kaldırılması prosedürü sonunda ya da itirazın geçici kaldırılması prosedürü sonunda karşı tarafın maddi hukuk bakımından tekrardan dava açması mümkündür. Ancak doktrinde bu hususun iki istisnasından birisi istihkak davaları neticesinde görevli ve yetkili icra mahkemelerince verilen kararlardır. Neticeten istihkak davası sonucunda verilen kararların maddi anlamda kesin hüküm olmadığı ve kendine özgü bir yargılama ihtiva ettiği yönünde ve öte yandan istihkak davasında verilen kararların da kesin hüküm teşkil ettiği hususunda da görüşler doktrinde mevcut olup bu konu tartışmalıdır.

İcra mahkemelerinin sınırlı yetkisinin aksine istihkak davaları bakımından HMK'da bulunan bütün delillerle tarafların göstereceği bütün deliller icra mahkemesi hâkimince serbestçe takdir olunur ve keza, istihkak davasında HMK'da düzenlenen bütün delillere ve yemin ve tanık delillerine de başvurmak mümkün olacaktır. Tam da bu sebepten ötürü de, mahkemenin kararlarının kesin hüküm teşkil edip etmeyeceği konusunda tartışma vardır. Bu konu ile ilgili görüşümüzün öncelikle belirtilmesi gerekir ise söylenmelidir ki, istihkak davalarında tanık dinletilmesi sağlıklı ve istihkak yargılamasına uygun bir uygulama değildir. Keza hâlihazırda istihkak davaları, takip borçlusu ile üçüncü şahıs arasında herhangi bir muvazaalı işlem olup olmadığının tespiti konuludur. İstihkak davalarının kesin hüküm teşkil etmesine dayanak karine de zaten bu tespit hükmü gereğince doğmuştur. Fakat alacaklı yönünden, takip borçlusu ile üçüncü şahıs arasındaki organik bağın ve muvazaalı işlemlerin tespit edilmesi çok zordur. Bundan ötürü de zaten Yargıtay'ın müstekar içtihatlarında bazı kıstaslar öngörülmüştür. Örneğin; tarafların iş kollarının aynı olması, aralarında akrabalık ilişkisi bulunması, TTSG kayıtlarına göre aynı adreste faaliyette bulunmuş olmaları, ortaklık yapılarının benzer olması, haciz sırasında borçluya ait kıymetli evrak bulunması, üçüncü şahsın haciz sırasında mahcuzların aidiyetine ilişkin fatura ve başkaca aidiyet belgesi sunması ve bu belgelerin ticari defterlere işlenmiş olması gibi. Tüm bunlara karşın alacaklının muvazaayı ispat etmesi için tanık bulması ise neredeyse imkânsızdır. Fakat uygulamada ve hayatın olağan akışında borçlu ve üçüncü şahıs, şirket çalışanları dâhil birçok tanık bulabilmektedir. Borçlu ve üçüncü şahıs ile ilişki içerisinde olan tanıkların ise; “Taraflar arasında muvazaalı işlemler var.” şeklinde beyanda bulunması hayatın olağan akışına aykırıdır. Netice itibariyle yargılama usulü yönünden tanık deliline başvurulması ve tanık dinlenilmesi yönünden hukuken herhangi bir sorun bulunmamakla beraber, salt tanık delili ile mahkemelerce hüküm kurulması, silahların eşitliği ilkesine ve hakkaniyete uygun olmayacaktır.

Uygulamada yine hakkaniyete uygun düşmeyen bir diğer duruma daha değinmek isteriz ki; yargılama usulü içerisinde sıralama olarak, öncelikle deliller toplanmakta ve sonrasında tarafların ticari defterleri incelenerek mahcuzların aidiyetine ilişkin karar verilmektedir. Keza uygulamada bu hususa ilişkin olarak, genellikle bilirkişi raporu doğrultusunda karar verilmektedir. Bilirkişi ise raporu ticari defter incelemesi sonucu ticari kayıtlara göre hazırlamaktadır. Sorun şu ki; alacaklının ticari defterinde, takip borçlusu ve üçüncü şahsa ait kayıt bulunmayacağı aşikârdır. Takip borçlusu ise çoğunlukla ticari defterlerini ibrazdan imtina etmektedir. Üçüncü şahıs ise zaten borçlu ile organik bağ kurmuş ve ticari kayıtlarını muvazaalı işleme uygun şekilde tutmuş olmaktadır. Keza istihkak davaları salt mahcuzun aidiyetine ilişkin olmayıp borçlu ile üçüncü şahıs arasında yapılan muvazaanın tespitine yönelik de incelemeye tabidir. Fakat uygulamada yalnızca mahcuzların aidiyetine ilişkin inceleme yapılmakta olup mahcuzların üçüncü kişiye ait faturalar ve ticari defterler ile desteklenmesi karşısında neredeyse muvazaa iddiasını ispatı imkânsız hale gelmektedir. Kanaatimizce somut olay özelinde, çoğu zaman da bilirkişi incelemesine dahi gerek olmaksızın değerlendirme yapılması, en azından salt bilirkişi raporu dikkate alınarak karar verilmemesi gerekmektedir. Aksi halde hukuk düzeni birçok kötü niyetli kişinin araç olarak kullandığı bir mekanizma haline dönüşecektir. Bu yönüyle değerlendirildiğinde istihkak davalarının maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmesi karar gerekçesine göre değerlendirilmelidir. Neticeten bu hususun mahcuzlar ve organik bağ yönünden ayrı ayrı incelemeye tabi tutulması gerektiği kanaatindeyiz.

Kanaatimizin açıklamasından sonra istihkak davası neticesinde verilen kararların kesin hüküm teşkil edip etmediği noktasında doktrinde yer alan ilk görüşün açıklanması gerekirse, ilk görüş istihkak davalarında verilen kararların maddi anlamda kesin hüküm teşkil edeceği yönündedir. HMK'daki her türlü delilin caiz olması ve bütün delillerin icra mahkemesi hâkimi tarafından serbestçe takdir olması, yemin ve tanık delilline başvurmanın mümkün olması ise bu görüşün temel gerekçesidir.

Diğer bir görüş ise ön sorun görüşüdür. Bu görüşün temel gerekçesi, her ne kadar istihkak davaları genel hükümler uyarınca incelense ve her türlü delil ileri sürülebilse de amaç hacizli mal üzerinde üçüncü kişinin iddia ettiği bu hakkın maddi hukuka göre tespit edilip edilmemesi olmayıp bu husus salt bir ön sorun teşkil eder. Dolayısıyla, davanın amacı haczedilen belirli bir mal üzerinde cebri icranın devam edip etmeyeceğinin belirlenmesidir. İstihkak davası somut icra takibi bakımından sonuç doğurur. Burada da sadece derdest takip tarafları bakımından kesin hüküm söz konusudur. İşbu karar başka bir takip bakımından kesin hüküm teşkil etmez.13

Önemle eklenmelidir ki, borçlunun, üçüncü kişinin haczedilen mal üzerindeki istihkak iddiasını kabul etmesinin alacaklıya karşı bir etkisi yoktur. Borçlu kabul etmesine rağmen davacı üçüncü kişinin iddiasını ispat etmesi gerekmektedir. Neticeten istihkak davasının sonunda hâkim ya davanın reddine ya da davanın kabulüne karar verecektir. Öte yandan, icra müdürünün icra mahkemesinin yerine geçerek üçüncü kişinin istihkak iddiasını sonuca bağlaması kamu düzenine aykırılık teşkil etmekte olup bu durum süresiz bir şekilde şikâyete konu edilebilir.14

Netice itibariyle üçüncü kişinin istihkak iddiası günümüz şartları ve hukukun hayatımızdaki yeri bakımından İcra ve İflas hukukunun en önemli konu başlıklarından biri haline gelmiştir. Ziyadesi ile hassas bir konu olan üçüncü kişinin istihkak iddiası kurumu kötü niyetli kişilerce kullanıldığında kamu düzenini ciddi anlamda tehdit etmektedir. Zira bu durumda, iyi niyetli alacaklılar alacağına ya hiç kavuşamayacak ya da gecikmeli ve sürüncemede kalmış bir sürecin ardından kavuşacaktır. Bu da ülkemizin serbest piyasa ekonomisini ve ticari hayatını etkileyecektir. Her zaman hukuk sistemimizde karşılaştığımız üçüncü kişinin istihkak iddiası ise günümüzde son derece artmıştır. Bu nedenle yerleşmiş içtihatlar çerçevesinde ve doktrinde aydınlatılması ve tartışılması gereken birçok unsuru içinde barındırmaktadır. Bu anlamda, kanun koyucu tarafından ele alınarak daha detaylı ve caydırıcı önlemler ile kötü niyetli eylemlerin önüne geçilmesi ve hukuk sistemimize duyulan güvenin artırılması şarttır.

Footnotes

1 Çağrı KÜÇÜKHASANOĞLU, İCRA HUKUKU'NDA İSTİHKAK DAVASI Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2018, s. 14.

2 Yargıtay Kararı - 8. HD., E. 2016/4817 K. 2019/1101 T. 6.2.2019.

3 Yargıtay 8. HD., E. 2019/3106 K. 2019/5706 T. 11.6.2019.

4 Mahmut COŞKUN, Açıklamalı – İçtihatlı İcra ve İflas Kanunu, 7. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara 2021, s. 2819.

5 Mahmut COŞKUN, s. 2820.

6 Yargıtay 17. HD., E. 2012/11372 K. 2014/2090 T. 18.2.2014.

7 Çağrı KÜÇÜKHASANOĞLU, s. 49.

8 Mahmut COŞKUN, s. 2816.

9 Yargıtay 21. HD, 19.02.2007 T., 2606/2183.

10 Mahmut COŞKUN, s. 2817.

11 Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, 21.03.2014 tarihli ve 2013/14021 E., 2014/4857 K.

12 Yargıtay 8. HD., E. 2017/13544 K. 2017/10977 T. 18.9.2017 & Yargıtay 12. HD., E. 2016/1691 K. 2016/14440 T. 23.5.2016

13 Yargıtay Kararı - 8. HD., E. 2017/13544 K. 2017/10977 T. 18.9.2017.

14 Yargıtay HGK., E. 2017/347 K. 2019/837 T. 2.7.2019.

The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.

See More Popular Content From

Mondaq uses cookies on this website. By using our website you agree to our use of cookies as set out in our Privacy Policy.

Learn More