Uluslararası alanda coğrafi işaretlerin korunmasına ilk defa 1883 tarihli Paris Sözleşmesi'nde (Paris Convention for the Protection of Industrial Property) yer verilmiştir. Sınaî mülkiyetin korunmasının konuları arasında menşe adları ve mahreç işaretleri madde1/2'de ele alınmıştır.

Akdedildiği tarihten itibaren çeşitli düzenlemelerden geçen Paris Sözleşmesi ilk olarak 14.12.1900'te Brüksel'de akabinde sırasıyla 02.06.1911 tarihinde Washington'da, 06.11.1925'te La Haye'de, 02.06.1934'te Londra'da, 31.10.1958'te Lizbon'da ve son olarak da 14.07.1967'de Stockholm'de değiştirilmiştir.

Bugün itibariyle bu Sözleşmeye toplam 177 ülke taraftır. Ülkemizde ise, 1934 tarihli Londra metni (Paris Convention for the Protection of Industrial Property London Act '1934') 1957'de 6984 sayılı Kanun ile onaylanmıştır. Yapılan değişiklikler üzerine 1967 tarihli Stockholm metninin 1. ila 12. maddeleri dışında kalan kısmı 08.08.1975'te kabul edilmiş ve 29.07.1994 tarihinde konulan çekince kaldırılmıştır.

Londra Metnini incelediğimizde madde 9., 10., 10bis ve 10ter'de coğrafi işaretlere ilişkin temel düzenlemelere yer verildiği görülmektedir.

Doğru olmayan kullanımlara ilişkin olarak "malların kaynaklarına ilişkin veya üreticinin, imalatçının ya da tüccarın kimliğine ilişkin doğru olmayan işaretlerin dolaylı ya da dolaysız kullanımı söz konusu olduğunda bahse konu ürünlerin işaretlerin hukuki olarak korunduğu Birlik (Sözleşme ile kurulan) üyelerine ithalatında zapt edileceği" belirtilmektedir.(Madde10)

Burada sahte (false) mahreç işaretlerin kullanılmasına ilişkin kısaca söz konusu ürünlerin kökeni olmayan bir coğrafi bölgeyi belirten mahreç işaretlerinin kullanılmayacağı açıklanmıştır. Metinde madde 1/2'de hem menşe adından hem de mahreç işaretinden bahsedilmiş olmasına rağmen, madde 10'da koruma konusu olarak sadece mahreç işaretlere yer verilmiştir. Bu durum bir eksiklik olarak değerlendirilmemelidir. Zira Paris Sözleşmesi madde 10'da ifade bulan mahreç işareti terimi menşe adını da kapsayacak şekilde en geniş anlamı ile kullanılmıştır.

Öte yandan bu iki kavramın Londra Metni'nde eşanlamlı olarak ele alındığı kavramsal boyut incelendiğinde, tüm menşe adlarının bir mahreç işaretini teşkil ettiği görülmektedir.

Diğer taraftan sahte olmayan ve doğru olan mahreç işaretinin kullanılması bazı durumlarda yanıltıcı veya aldatıcı olabilmektedir. Bu durum genellikle belirli bir coğrafî adın iki farklı ülkede olduğu ve ancak bu adın sadece bu ülkelerin birinden kaynaklanan ürünler için kullanıldığı durumlarda söz konusu olmaktadır. Bu gibi hallerde coğrafi işaretin diğer ülkedeki üreticiler tarafından kullanılması, yanıltıcı veya aldatıcı olmasına rağmen, "sahte coğrafi işaretin kullanılması" olarak değerlendirilememektedir1. Örneğin Güney Ege bölgesi coğrafi konum bakımından hem Türkiye hem de Yunanistan'da yer almakta ise de Güney Ege menşe adı Türkiye'de "Güney Ege Zeytinyağı" coğrafi işareti tescili için kullanılmaktadır.

Yukarıdaki madde 10 kapsamında tutulmayan yanıltıcı (misleading) veya aldatıcı (deceptive) kullanımlar metnin devamındaki madde 10bis ve 10ter'de belirtilen haksız rekabet başlığı altında ele alınmıştır.

 "Birlik üyelerinin diğer ülkelerin vatandaşlarına da haksız rekabete karşı etkin olarak koruma sağlamaya mecbur oldukları" vurgulanmıştır. (Madde 10 bis)

 "Birlik üyelerinin, 9'uncu, 10'uncu ve 10bis'inci maddelerde söz edilen eylemleri önlemek amacıyla Birlikteki diğer ülke vatandaşlarının uygun hukuki önlemleri almasını temin etmeyi üstlenmesi gerektiği" belirtilmiştir. (Madde 10ter)

Ürün kavramına ilişkin madde 1/3'te yer alan temel düzenleme de: "Sınai mülkiyet çok geniş manada anlaşılmakta olup sadece dar anlamda sanayi ve ticarete tatbik edilmekle kalmayarak, aynı zamanda şaraplar, hububat, yaprak tütünleri, meyveler, hayvanlar, madenler, maden suları, biralar, çiçekler bunlar gibi tarımsal sanayi ve maden çıkarma sanayi sahalarına ve bütün ürünlere veya tabii ürünlere de tatbik olunur." şeklindedir.

Görüldüğü üzere çok geniş bir yelpazeyi kapsayacak şekilde kullanılan ürün kavramı için özel bir ayrım yapılmamış ve bu durum coğrafi işaretlere yeterli korumanın sağlanmasına da engel olmuştur.

Bu itibarla 1891 yılında konusu doğrudan coğrafi işaretler olan ilk uluslararası sözleşme Eşyalar Üzerinde Sahte ya da Aldatıcı Mahreç İşaretlerinin Engellenmesi Hakkında Madrid Sözleşmesi (Madrid Agreement for the Repression of False or Deceptive Indications of Source on Goods 1891) imzalanmış ve coğrafi işaretlerle ilgili bir birlik oluşturulabilmiştir.

İlk maddede sözleşmeye üye ülkelerden birinin veya bu ülkede yer alan bir bölgenin adının köken olarak doğrudan veya dolaylı olarak belirtildiği ürünlere, sözleşmeye üye herhangi bir ülkeye ithalatı sırasında el konulması veya ithalatı yasaklanması ya da konuyla ilgili herhangi bir yaptırım uygulanması gerektiği belirtilmiştir. 

Paris Sözleşmesinden farklı olarak Madrid Sözleşmesi, sadece sahte mahreç işaretlerinin kullanılmasını değil bunun yanında aldatıcı mahreç işaretlerinin kullanılmasını da yasaklamıştır. Ancak Türkiye'nin de 1930 yılında taraf olduğu bu anlaşma ile oluşturulan birliğin hedefi üye ülkelerde malların kaynağına ilişkin sahte veya yanıltıcı işaretlerin kullanılmasını önlemek ise de Londra Metni'nin sağladığı korumanın pek ötesine geçilememiştir.

Bu nedenle coğrafi işaret korunması ve uluslararası başvuruların olanaklı hale getirilmesi için 1958 tarihli Menşe Adlarının Korunması ve Uluslararası Tescili İçin Lizbon Sözleşmesi (Lisbon Agreement for the Protection of Appellations of Origin and their International Registration 1958) imzalanmıştır.

İlk olarak 1967'de Stockholm'de yeniden gözden geçirilen sözleşme 1979'da da birtakım değişikliklere uğramıştır. Ülkemiz, coğrafî köken gösteren işaretleri bağımsız bir sınaî hak türü olarak tanıyan ve bunlara hukukî sonuç bağlayan belli başlı tüm uluslararası sözleşmeleri kabul etmişse de bu anlaşmaya taraf olmamıştır.

Lizbon Anlaşması'nda dikkat edilmesi gereken nokta şu ki burada ilk kez menşe adına ve tanımına yer verilmiştir.

Menşe adı; "kalitesi ve karakteristik özellikleri, doğal ve beşeri faktörler de dahil olmak üzere, tamamen veya esas itibarıyla kökeni bulunduğu bölgeden kaynaklanan bir ürünü belirten, bir ülkenin, bölgenin ya da yörenin coğrafi adıdır." şeklinde ifade edilmiştir.

Görüldüğü gibi menşe adı her şeyden önce coğrafî bir isim olarak ele alınmış ancak yukarıda yer alan tanımın kapsamına girmeyen mahreç işaretler bu sözleşmenin konusu olarak değerlendirilmesi mümkün olmamıştır. Lizbon Sözleşmesi'ne göre bir menşe adının korunabilmesi için:

- bu menşe adının bağlı olduğu menşe ülkesinde tanınıyor ve korunuyor olması ve

- üye ülke tarafından WIPO'nun Uluslararası Bürosuna tescil edilmesi gerekmektedir. 

Buna göre sözleşmedeki korumanın kapsamı incelendiğinde, uluslararası tescilli bir menşe adının korunması Paris Sözleşmesi ve Madrid Sözleşmesi'ndeki mahreç işaretinin korunmasından daha kapsamlı olduğu dikkat çekmektedir. Diğer bir ifade ile sadece korunan menşe adının yanıltıcı olarak değil, ürünün gerçek kökenini gösterecek şekilde, menşe adının tercümesinin veyahut tür, tip, yapım veya taklit gibi sözcüklerle bir arada kullanılması dahi menşe adının her türlü taklidine veya ihlaline sebebiyet vereceğinden bahisle yasaklanmıştır.

Anlaşmaya bağlı olarak 1966 yılında Lizbon sistemi yürürlüğe girmiştir ve sözleşmede ürün kavramı herhangi bir ayrım yapılmadan genel anlamı ile kullanılmış olup yukarıda belirtilen unsurlara haiz bir menşe adının Lizbon sisteminde tescil edilmesi mümkün kılınmıştır.

Bu sistem günümüzde Dünya Fikri ve Sınaî Mülkiyet Hakları Organizasyonu'nun (World Intellectual Property Organization-WIPO) Uluslararası Bürosu tarafından hâlihazırda yönetildiğine de dikkat çekmek isteriz. 

1995'e geldiğimizde aynı yıl yürürlüğe giren Dünya Ticaret Örgütü Anlaşması'nın ekinde yer alan Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması (TRIPs)'nda coğrafi işaretlere ilişkin hükümlere ve özellikle de ilk kez coğrafi işaret tanımına yer verildiğini belirtmek gerekir. 

Anlaşmanın 22. maddesinde coğrafi işaretler; "üye bir ülkenin toprağından veya bu toprak üzerinde yer alan bir bölge veya yöreden kaynaklanan, belirgin bir niteliği, ünü(itibarı) veya diğer özellikleri itibarıyla esas olarak bu coğrafi menşeye atfedilen ürünleri tanımlamak için kullanılan işaretlerdir." şeklinde tanımlanmıştır.

Ülkemizde 1995 öncesinde, coğrafi işaretlere ilişkin korumanın kapsamı sadece taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler itibariyle genel hükümlere bağlı olarak mümkün olmuştur.

Ancak bu korumanın mevzuata bağlanması ve bu çevrede desteklenmesi adına ülkemizde Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) uygulamaları örnek alınarak 555 sayılı Coğrafi İşaretlerin Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname çıkartılmıştır. 2017 yılına kadar yürürlükte olan KHK ile artık ülkemizdeki tüm ürünler için tescil alma olanağı sağlanmış ve AB düzenlemelerine paralel olarak coğrafi işaret kavramına ilişkin "menşe adı" ve "mahreç işareti" olarak ikili bir ayrım yapılmıştır.

1 Ocak 2017'de KHK'yı ortadan kaldıran 6769 sayılı yeni Sınai Mülkiyet Kanunu yürürlüğe girmiş ve beraberinde coğrafi işaretlere ilişkin birçok yenilik de getirmiştir. Bunlardan özellikle coğrafi işaret türlerinin yanına gelen geleneksel ürün adları koruması çeşitli tartışmalara sebep olmuştur.

İlerleyen yayınlarımızda gerek yeni SMK ile gelen yenilikler ve değişikliklere gerekse mahreç işaret, menşe adı, geleneksel ürünlere ilişkin daha detaylı bilgilere yer verilecektir.

Footnote

1 https://www.wipo.int/edocs/mdocs/sct/en/sct_5/sct_5_3.pdf

The content of this article is intended to provide a general guide to the subject matter. Specialist advice should be sought about your specific circumstances.